30 Eylül 2013 Pazartesi

DIY Rüya Yakalayıcısı...

Nasıl oluyor bilmiyorum ama ne zaman daha önce denemediğim bir şey yapmaya kalksam, en zorlayacak deseni, modeli ya da yolu bulmayı başarıyorum. Bu da ayrı bir yetenek herhalde. Allahtan "aaaa başlarım şimdi" diyip vazgeçen bir karakter değilimde çoğunu bitirmeyi başarıyorum.
Bugünün zorlayanı bir rüya yakalayıcısı. Eskiden bir tane vardı bende, zamanla yıprandı, tüyleri döküldü, ipleri koptu. Ne zamandır yeni bir tane yapmak vardı aklımda. Biraz araştırdım, sağolsun internet bu konuda bir yol gösterdi. Gösterdi göstermesine de olay göründüğü kadar basit değilmiş. Saatlerce uğraştım, değdi doğrusu. Yanlış anlaşılmasın zor olan yapılışı değil, el oyalıyor olması ve sabır gerektirmesi. Özellikle ortadaki örümcek ağı gibi görünen desenin oluşması neredeyse 4 saatimi aldı. Gerçi bu durum benim hatam gelenekseli tüme yayıp yuvarlak bir rüya yakalayıcısı yerine üçgen bir tane yapmayı tercih ettim. 
Çerçeve için 3 kuru dalı birbirine bağladım. İçteki örgüyü upuzuuuun  tek parça iple yaptım. Önce ipin ucuna bir düğüm atıp asma yerini oluşturdum, ardından dallara dolaya dolaya ağı oluşturmaya başladım. ( Dolama şekli için bakınız fotoğraflar.) Bu dolana ay dolana durumu ortada  minik bir boşluk kalana dek tekrar ediliyor. Olay  bu aşamaya gelince derin bir nefes alıp rahatlayabilirsiniz. Çünkü ipinize bir boncuk geçirip arkada işin üzerine düğümleyince sabır sınırlarınızı zorlayan bölüm bitiyor, eğlenceli alana geçiş yapıyorsunuz demektir. Artık neşeli, tüylü, boncuklu püsküllerinizi hazırlama zamanı. Püsküllerinizi sabitlediğinizde yepisyeni, çıngıraklı bir rüya yakalayıcınız oluyor. Ağıyla en küçük kabuscukları bile yakalayıp uykunuza sızmasını engellerken aynı zamanda tatilde toplamış olduğunuz tüylere bakıp mutlu, güneşli günleri hatırlamanıza yardımcı oluyor. Umarım denersiniz şimdiden mutlu rüyalar...

















28 Eylül 2013 Cumartesi

Scrapbook'a giriş bölüm 1...

Bir cumartesi günü öğleden sonra eşiniz koltukta şekerleme yaparken, sessiz sedasız eğlenmenin yolu bir gün önce yayınlamanız gereken blogunuza ilgi göstermek olabilir pekala. Tamam, peki, böyle de bir başlangıç cümlesi kurduysam eğer, feci halde bloguma bağımlı bir blogger oldum diyebiliriz herhalde. Gerçi ben bu konuda hala emekleme aşamasında sürünüyorum ama olsun, yarım blogger diyelim geçelim. Şu son iki haftada bir türlü istediğim şekilde koordine olamadım. Bir çok insan bunun üzerinde durmayabilir ama benim için huzursuz bacak sendromu nedeni olabilecek bir olay bu :))
Sadede gelsem iyi olur malum, haftasonu, uzatmanın anlamı yok. Geçen gün yaptığım fotoğraf albümümle vakit geçirdim biraz. Tam anlamıyla scrapbook uygulaması olmasada ona yakın bir çalışma olduğunu söyleyebilirim. Elbette başlangıç seviyesi için... Çok da kötü olmadığını düşündüğüm iki sayfa çıkarabildim ortaya. İlk sayfayı eşim ve benim fotoğrafım için hazırladım. Biraz fazlaca romantik oldu sanırsam, neyse ki önemli değil arada sırada biraz romantizm göz çıkarmaz=) İkinci sayfa daha eğlenceli:Teyzesinin minnoşu Giray ve ben... Feci öpmüşüm oğluşu, muzur neşriyata takılabiliriz hani=) Bu sayfayı hazırlarken elbise etiketleri kullandım. Nedense onları atmaya kıyamıyorum. Etiketlerin kese kağıdı rengiyle kırmızıyı çok yakıştırıyorum birbirlerine. Üçüncü sayfayı nasıl yaparım bilemiyorum ama bu işi çok sevdiğimi söylemek yanlış olmaz hani. Yanılmıyorsam bu günlük bu kadar, hepinize keyifli haftasonları...









 

25 Eylül 2013 Çarşamba

Gökkuşağı fotoğraf albümüm...


Doğum günüsü kutlamalarım nedeniyle bir kaç gündür yazamıyorum. Ailem ve dostlarım beni bir şımarttılar ki sormayın. Kendime gelip işimin başına dönmem zaman aldı. Madur durumda kalanlardan özür dilerim =)) Ama insanın böyle sevildiğini bilmesi güzel şey doğrusu. Bu yazıyı bir vesile bilip tekrar teşekkür ediyorum herkese, hepinizi seviyorum. 
Kutlamalar esnasında beni şımartmaları yetmedi ayrıca muhteşem hediyelerle olayı iyice büyüttüler. Vallahi kıskanın diye yazmıyorum, konuyu bir noktada bu günün aktivitesine bağlayacağım. Az kaldı, dayanın. Bu hediyelerden biri benim için farklı çünkü çocukluğumdan kalma bir arzumu gerçekleştirdi. Sevgili eşim ve canım dostum Banuşum bana hep sahip olmak istediğim bir şipşak fotoğraf makinesi hediye ettiler. Yeni jenerasyon, acayip şirin  Fuji İnstax mini 7S'im var artık. Nasıl güzel, nasıl eğlenceli anlatamam. Tabi şip ve şak fotoğraflar çekilmeye başlandı. Çok keyifliyim. Bir yandan da fotoğraflarımı bir yerlerde saklamak, anılarını hafızamda tutmak istiyorum. İşte tamda bu nedenle gökkuşağı fotoğraf albümümü yaptım. 
Fotoğraflarımı daha süslü püslü izleyebilmek için tasarladığım bu albüm aslında oldukça basit. A4 büyüklüğünde renkli kağıtları ikiye katlayıp kestim. Delgeçle bir kenarlarını deldim. Rengarenk sayfalarıma yakışacak bir kapak için harekete geçmem uzun sürmedi. Bunun için önce açık renk fon kartonunu baskılarla süsledim. Ardından pembe bir pelür kağıtla üzerini kapladım. Delinecek kenarı sağlamlaştırmak için desenli bir parça kağıt şerit yapıştırdım. Biraz  daha eğlence için mavi benekli kağıt bandımı olaya dahil ettim. Kalan alanı çingene kız fotoğrafıyla şenlendirmek istedim. Ama önce siyah fon kartonundan bir çerçeve hazırlayıp çingene kızı içine yerleştirdim. Defterin anlam ve ehemmiyetini vurgulama işini en sevdiğim baskı desenlerimden fotoğraf makinesine bıraktım. Onu da beyaz bir zeminle çerçeveledim. Önce şirin çiçek desenli not kağıdımın yarısını çingenemi yanına yapıştıdım, ardından fotoğraf makinesi stickerımı çift taraflı sünger bantla sabitledim. Böylece ön kapak tamamlandı. Arka kapağıda aynı şekilde yaptım, tek fark çingene kız yerine daha fazla çiçek, gülümseme ve sevgi ekledim. Bir sonraki yayınımda fotoğraf albümümden sayfalar göreceksiniz. Ama onlar sonranın hikayeleri, yani şimdilik hoşçakalın....










18 Eylül 2013 Çarşamba

İzmir'e Hazırlık Bölüm 2...



Hediye dedim mi kafamda uçuşanlar bazen beni aceleyle tuhaf yerlere sürükler. Özellikle kişiye özel çalışacaksam eğer, bu sürüklenme uç noktalara taşınır çoğu zaman. Ve her şekilde ortaya çıkan kafamda ilk uçuşan değildir.Yani tilkiler bir türlü düzenli ve sıralar halinde seyahat etmezler benimle. Bazense tamda ihtiyaç duyduğum fikir gelir beni bulur. İşte o anlara bayılıyorum. Hayattaki kısacık aydınlanma anları olmasa ah ne yapardık bilemiyorum =)
Uzun bir yol var sona hala, öyleyse anlatmaya başlayalım. Hediye çantalarıma bir yenisini ekledim bugün. Bu sefer ne yapacağımı biliyordum da nasıl yapacağım konusu net değildi. Karşımdaki ekranda kalın, deri, fabrikadan çıkma güzel bir çanta. Ben ona bakıyorum, o bana. Yapılır yapılmasına da nasıl? Beni bu kadar düşündüren ilk şey nerdeyse hiç dikiş kullanılmamış olması ve benim elimdeki malzemenin keçe olması. Ayrıca ortada bir kalıp filan da yok. Yalnızca tek açıdan çekilmiş bir fotoğraf. Öyleyse ekran kapanır. Keçe yere serilir. Bir sabun yardımıyla çizimlere başlanır. Doğru noktadan kesilmeli yoksa iş bitince heba olmuş koca kumaşdan başka elimde bir şey olmayacak. O zaman önce ortadan. Tabanı kumaşın ortasına işaretliyorum. Sonra sapların olacağı bölgeyi düzgünce hesaplayıp tabanın sınırına kadar kesiyorum.Diğer üç çizgide kesilince artık çantam katlanır hale geldi. Şimdi sapı keserek şekillendiriyorum. Bu noktada fotoğrafı unuttum bile, kendime göre bir model ve metod olacak izlediğim.Sanki bitmiş bir çantaymış gibi yanda kalan bölümleri üstüste gelicek şekilde katla ve iç taraftan sap bölümünü işaretle. Artık yan kenar üzerinde sapın geçebileceği kesikleri açabilirim. Tamamdır neredeyse bitti. Sapı kesiklerin arasından geçir ve bitti, yok bitmedi. Yan tarafdan gelen kanatlar kalıp gibi durdu, sevmedim şekil yapmak lazım. E keselim o zaman. Tamam mı şimdi? Hayır hala değil. Çanta ağır oldu saplar yetersiz kaldı, sağlamlaştırmak lazım. Dikiş burda devreye girer bir parçayla içerden sapa destek atılır. Bittiğinde ki bu sefer gerçekten bitti, sonuçtan memnun kaldım. Çok şık bence sanırım kendime de yapıcam=)) Aklımda 3. hediye için yeni bir fikirle bu günü de kapattık. Umarım beğenirsiniz, sevgiler...









16 Eylül 2013 Pazartesi

Rengarenk....



Ömrü hayatımda kendimi gerçekten kokoş hissetiğim çok az gün olmuştur. Genellikle sıradan ve rahat kıyafetler seçerim. Öyle çok renk kullanmam, siyah ve gri gardırobumun hakim renkleridir. Nedense, bu yaz üzerime bi renk geldi. Bir kez bile giymediğim renkleri kullanmaya başladım. Zümrüt yeşiller, morlar, türlü türlü pembeler. Gerçi hala güneş sarısı giymedim, o biraz aşar beni sanırım. Olsun bu kadarıda büyük bir gelişme. 
Benim anti-kokoşluğum masa başında işlemiyor. Her yere renkler serpiştiriyorum. Renk yoksa, mesela turuncu eklemezsem bir yerlere mutsuz oluyor sanki kağıt. Bugün de renklendirdim sayfamı gökkuşağıyla. Kuşlara özel siyah defterimin boş bir sayfası üzerine beyaz kalemimi yerleştirdim. Kalemin ucunu hiç kaldırmadan orda burda gezdirdim, bastıra bastıra ama. İşi tamamladığımda çizgilerin arasında kalan boşlukları renklerle doldurdum. Mavi benekli, sarı, şapşal bir kuş çiziktirip sayfaya kondurdum. Baktım çok üzgün görünüyor, kafasına tüylerden bir taç ve çiçek taktım. Sanırım hayat tüm renkleriyle güzel kokoş kuştan sevgiler...








13 Eylül 2013 Cuma

Yeni Kitabım ve ATC'ler...



Ben bir sanatçı değilim. Eğitimim de bu alanda değildi ( gerçi olsun isterdim), zaten öyle keşfedilmemiş bir yetenek filanda yok bende. Sadece denemeyi seviyorum. Benim için aklımı ve ruhumu sakinleştirmenin en zevkli yolu bu. Otobüste  okurken kitabımdaki bir paragraf tam da bu konudaki düşüncelerime tercüman oldu. Sizinle de paylaşmak istiyorum, diyor ki;
 " İçsel yolculuğuna herhangi bir yerden başlayabilirsin, ister karanlıktan, ister aydınlıktan. Hiç farketmez. Arayışında samimiysen ve zekiysen, yolunu zaten bulursun.
 Sadece insanlar neşe ve yaratıcılık yolunun ızdırap çekmekten daha kıymetsiz olduğunu varsaydığında sinirim bozuluyor. Bana göre binlerce yıllık dini öğretinin bir ürünü bu: üzgünsen, ciddiysen doğru yoldasındır. Neşeli ve oyuncu biriysen yoldan sapmışsın demektir."
( Daha fazlası için bakınız: Meera Hoshimato, SANATIN UYANIŞI, Yaratcılığa yepyeni bir bakış. Butik yayıncılık.)
Aklımda bu satırlarla girdim oyun odama, üzerinde uzun uzun düşünmeye değer fikirler bence. Ama düşünürken boş durmadım, bir dizi yeni ATC üzerinde çalıştım. Kural yok , korku yok düsturuyla yola çıkınca herşey daha kolay geliyor bazen insana. Bugün benim canımın çektiği gibi kuraldışı bir şeyler yapmak isterseniz sizde  ATC'leri deneyebilirsiniz. Boyutları küçük , gözünüzü korkutmaz. Hızla başlayıp bitirebilirsiniz. Ayrıca sınırları yok, hal böyleyken malzeme sıkıntınız da. Bir parça oluklu mukavva, eski bir broşür size arzu ettiğiniz hizmeti sağlayacaktır. Belki kurdeleler, düğmeler, danteller eklersiniz... Ne yaparsanız, nasıl yaparsanız yapın dikin, kesin , boyayın. Yeter ki  içinizdeki çocuğun şevkini kurallarla, korkularla kırmayın. Bol kahkahalı, neşeli, gazsız, tozsuz bir haftasonu diliyorum. Görüşmek üzere...